Seçici yeme, çocukluk döneminde yaygın olarak görülen beslenme sorunlarından biridir. Çeşitli yeme davranışlarının bileşiminden oluşmakta olup, hem alışılmış, hem de yeni besinlerin reddedilmesi, güçlü besin tercihleri ile yetersiz miktarda veya çeşitlilikte besin tüketimi ile karakterizedir. Geçici veya hafif seçici yeme davranışları normal gelişimin bir parçası olarak görülebilmektedir. Fakat erken çocukluk döneminde görülen seçici yeme, bazı durumlarda kaçıngan / kısıtlayıcı yeme bozukluğu için öncül olabilmektedir. Seçici yeme davranışları, çocuklarda besin tüketimini, diyet kalitesini, normal büyümeyi ve gelecekteki sağlık sonuçlarını olumsuz olarak etkileme potansiyeline sahiptir. Erken çocukluk döneminde yaygın olarak görülen seçici yeme davranışlarının, okul yıllarında hatta yetişkinlikte de devam edebileceği ve olumsuz sağlık sonuçları göz önüne alındığında, seçici yeme için risk faktörlerinin belirlenmesi önemlidir. Seçici yeme davranışlarının çoğu, herhangi bir müdahale yapılmadan düzelebilir. Fakat hem ebeveynlerin çocuk beslenmesi ile ilgili bilgilerini geliştirmek hem de endişelerini azaltmak için beslenme eğitimi verilmelidir. Bu derlemede, mevcut çalışmalarda kullanılan değerlendirme yöntemleri, seçici yeme prevalansı, besin tüketim özellikleri, gelişimini etkileyen risk faktörleri ve seçici yemeye yaklaşım incelenmiştir
Background: The prevalence of type 2 diabetes mellitus (T2DM) has increased dramatically in the past 30 years. The World Health Organization has prepared an action plan to stop the increase in diabetes and obesity by 2025. Objectives: This study was conducted to assess the effect of pilates on body composition and some biochemical parameters in women with T2DM on a high-complex-carbohydrate diabetic diet or a low-carbohydrate/high-monounsaturated fatty acids (MUFA) diet. Methods: This experimental study was conducted on 120 woman patients with T2DM, referring to the Fatih Medical Park Hospital’s Internal Medicine Department, Istanbul, Turkey, between December 2018 and June 2019. Participants were divided into 4 groups and were followed up for 12 weeks. The mean participants’ age was 41.67 ± 3.83 years. The first group received a low-carbohydrate and high MUFA (LC, MUFA) diet, the second group received a low-carbohydrate and a high-MUFA diet and did pilates (LC, MUFA + PL), the third group received a higher complex carbohydrate (HCC) diet, and the fourth group took the HCC diet and did pilates (HCC + PL). Results: According to the applied intervention method, there were significant differences between the preliminary and final measurements of body mass index, body fat percentage, muscle mass, and fasting blood glucose, insulin, HbA1c, total cholesterol, high-density lipoprotein (HDL), low-density lipoprotein (LDL), and triglyceride (TG) values (P < 0.05). In this study, only an increase in body muscle composition of the women in the LC, MUFA + PL group was found significant (P < 0.05). The highest decrease in body fat ratio was determined again in the LC, MUFA + PL group (P < 0.05). HDL levels of the women who did pilates increased significantly than other groups (P < 0.05). Conclusions: In the treatment of diabetes, the patient should be evaluated with a multidisciplinary team. Diet and exercise are important non-pharmacological interventions in the treatment of diabetes.
ÖzÇocuk ve adölesanlar tarafından sık tüketilen şeker ilaveli içecekler, yüksek enerji içeriğine sahip en geniş ilave şeker kaynağıdır. Meyve suları, gazlı içecekler, enerji içecekleri gibi içecekler bu gruba girmektedir. İçeriğinde bulunan şeker türleri, tatlandırıcılar, kafein, uyarıcı maddeler çocuk sağlığı açısından risk taşıyabilmektedir. Bu içeceklerin tüketimi cinsiyet, yaş, etnisite, sosyoekonomik durum, eğitim seviyesi gibi birçok faktörden etkilenmektedir. Kronik kullanımının fazla kilo, kalp damar problemleri, metabolik sendrom, Tip 2 diyabet, kan lipidlerinde ve kan basıncında artış gibi birçok hastalık ile ilişkili olabileceğini gösteren çalışmalar mevcuttur. Olumsuz sağlık etkileri çok küçük yaştan başlayarak yetişkinlik döneminde devam edebilmektedir. Bu nedenle çocuk sağlığı açısından erken dönemde bilimsel öneriler çerçevesinde çocuk, aile, çevre ve politikalar üzerinde çalışmalar yapılarak sağlıklı besin tüketimleri desteklenmelidir.
Amaç: Bu çalışmanın amacı anne ve bebeklerin beslenmesi, alerji öyküsü ve bebekte var olan inek sütü protein alerjisi semptomlarını saptamaktır. Aynı zamanda, inek sütü protein alerjisi tanısı alan bebeklerde semptomların sıklığı ve aylık ağırlık kazanımları değerlendirilmektedir. Yöntem: Çalışma, İstanbul ilinde özel bir hastanenin çocuk sağlığı ve hastalıkları anabilim dalına 2018 yılı Ocak-Mart ayları arasında başvuran 0-6 aylık bebeği olan gönüllü 50 anne ile yapılmıştır. Katılımcılara, araştırmacılar tarafından oluşturulan anket (28 soru) uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmamızda 0-6 aylık süt çocuğunda inek sütü proteini alerjisi sıklığı %8 olarak belirlenmiştir. İnek sütü protein alerjisi bulunan bebeklerin tamamında kusma ve döküntü/egzema/atopik dermatit, %75’inde solunum güçlüğü öyküsü ve yarısında kanlı/mukuslu dışkı tespit edilmiştir. İnek sütü protein alerjisi tanısı alan bebeklerin yarısında pozitif aile alerji öyküsü gözlemlenmiştir. Süt ve süt ürünlerini tükettikten sonra şikayet yaşayan annelerin bebeklerinde solunum güçlüğü öyküsü ve gastroözofageal reflü hastalığı anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Çalışmaya katılan annelerin %84’ünün inek sütü protein alerjisi hakkında yetersiz bilgiye sahip olduğu saptanmıştır. Sonuçlar: Süt çocukluğunda optimal büyüme ve gelişmeyi sağlamak, gereksiz eliminasyon diyeti ve beraberinde getirdiği besin yetersizliklerini önlemek için inek sütü protein alerjisi tanısı doğru ve özenle konulmalıdır.
Objective: Surgical weight loss is seen as an option for individuals with obesity. In this case study, it was aimed to evaluate the nutritional status of a vegan obese patient before and after bariatric surgery. Methods: A 26-year-old vegan obese male patient underwent sleeve gastrectomy in May 2016. He was followed up for one month preoperatively and two years postoperatively. The number of individuals adopting vegetarian/vegan lifestyle for various reasons has been increasing recently. To prevent nutrient deficiency after bariatric surgery, lifelong vitamin-mineral supplements and vitamin-minerals-rich food consumption are recommended. Results: A 26-year-old vegan obese male patient body mass index was 38.6kg/m2 and the postoperative 2nd year body mass index was 24.1kg/m2. Preoperative muscle mass was 76.2 kg, postoperative 2nd year 63 kg, preoperative body fat mass was 47.9 kg, postoperative 2nd year 9.2 kg. Conclusion: In this vegan case, preoperative and postoperative medical nutrition treatments were planned considering the type of surgery specific to the individual. Medical nutrition treatment is an important part of the multidisciplinary bariatric surgery process.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.