This study aimed to evaluate the frequency and distribution characteristics of intestinal parasites and human immunodeficiency virus (HIV) seropositivity in children and adults presenting to a tertiary care hospital in Mogadishu, Somalia. The study included the results of all parasitological stool examinations conducted between November 2015 and November 2019. In addition, the HIV serological status of individuals was retrospectively analyzed. During the four-year study period, at least one intestinal parasite was found in stool samples from 1,538 (6.23%) of 24,676 individuals. A total of 1,570 intestinal parasites were detected in 1,538 patients (42.5% aged 10 years and under), including 44 parasites in mixed infections and 20 parasites in 10 patients at different times. The most common intestinal parasite was Giardia lamblia (n=730, 46.5%), followed by Entamoeba histolytica (n=677, 43.1%), Ascaris lumbricoides (n=30, 1.9%), Hymenolepis nana (n=28, 1.78%), Trichomonas hominis (n=26, 1.66%), Trichuris trichiura (n=26, 1.66%), and eight other species (n=53, 3.38%). HIV seropositivity was present in 1.12% (4/358) of the patients with parasitic infections and ©Copyright JMVI. Licenced by Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International (CC BY-NC 4.0).
Klebsiella pneumoniae insanda deride, gastrointestinal florada ve nazofarinkste kolonize olarak bulunabilen bakteriler arasındadır. Çalışmada, karbapenem dirençli Klebsiella pneumoniae izolatlarında alternatif tedavi olan kolistinin minimal, inhibitör konsantrasyon değerlerinin yıllar içerisindeki artış düzeyinin irdelenmesi ve kolistin duyarlılığının altın standart olan sıvı mikrodilüsyon yöntemiyle çalışılarak elde edilen sonuçların, otomatize sistemle bulunan sonuçlarla karşılaştırılması amaçlanmıştır.
ÖzetKary Mullis'in 1984 yılında bulduğu ve kendisine Nobel ödülü kazandıran polimeraz zincir reaksiyonu (PCR), spesifik DNA sekanslarının in-vitro DNA sentezi yoluyla eksponensiyel (üstel) olarak çoğaltılabildiği hızlı ve duyarlılığı yüksek bir tekniktir. PCR temel olarak bir DNA çoğaltma yöntemidir, bu yöntemle RNA çoğaltılmak istenirse önce "revers transkriptaz" enzimi kullanılarak hedef RNA sekanslarının DNA kopyaları (komplementer DNA, cDNA) çıkartılır ve PCR ile bu cDNA molekülleri çoğaltılır. PCR'ın kullanılmasıyla belirli bir genetik segmentin, birkaç kalıp DNA molekülünden başlayarak milyonlarca kopyası üretilebilmektedir. Kromozomal DNA'nın in-vivo replikasyonu milyonlarca nükleotidin replikasyonunu kapsar, PCR amplifikasyon ürünleri ise genellikle 1000 bp'den (baz çifti, base pair; bp) daha kısa olacak şekilde dizayn edilir. Bununla beraber ekstrem durumlarda özel termostabil DNA bağımlı DNA polimeraz kombinasyonları kullanılarak 35000 bp'den daha uzun PCR amplikonlarının başarılı olarak çoğaltılabildiği bildirilmiştir. Günümüzde bu yöntemin çeşitli varyasyonları mikrobiyoloji, adli tıp ve genetik bilimlerinde araştırma ve tanı amacıyla yaygın olarak kullanılmaktadır. PCR temelli yöntemlerin önemli kullanım alanları arasında dizi analizi, klonlama, kantitatif hasta izlemi, moleküler ilaç direnç testleri, filogenetik analizler ve salgın yönetimi ve doku uyumluluk testleri gibi uygulamalar yer alır. Bu makalede PCR yönteminin temel prensipleri ele alınmıştır.
Özet Polimeraz Zincir Reaksiyonu (Polymerase Chain Reaction, PCR) temelli testlerin ilk örnekleri ve denemeleri üzerinden 40 yıla yakın bir zaman geçti. Bu süreçte PCR temelli moleküler testler gıda güvenliği, adli incelemeler, çevresel örneklerin incelenmesi, rekombinan gen teknolojisi, insan-hayvan-bitkimikroorganizma genetiği ve immünoloji gibi alanlarda yaygın olarak kullanıldığı gibi en önemli kullanım alanlarından biri de enfeksiyon hastalıklarının tanısı ve takibi olmuştur. 2020 yılının ilk aylarından itibaren tüm dünyayı etkisi altına alan SARS-CoV-2 pandemisi ile mücadelede ülkelerin günlük test kapasiteleri ön plana çıkmış ve bu kapasitenin bazı ülkelerin salgın yönetimindeki başarısı üzerinde önemli etkileri olduğu üzerinde durulmuştur. Bu süreçte kısa bir zaman içerisinde çok sayıda kullanıcı tasarımlı (in-house) ve ticari SARS-CoV-2 RNA testi dizayn edilirken, PCR temelli tanı testleri belki de tarihte hiç olmadığı kadar yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Türkiye'nin de dahil olduğu gelişmiş sağlık altyapısına sahip birçok ülkede bu testlerin kullanım onayı, tedarik ve pazarlama süreçleri sıkı denetimlere tabi tutulmuştur. Bu makalede çevresel (kanalizasyon suları, çevresel yüzeyler, hava örneklemeleri ve gıdalar) ve biyolojik örneklerde (hayvan örnekleri, hücre kültürleri, insanlardan alınan kan, solunum yolu, idrar, doku ve dışkı örnekleri gibi klinik örnekler) yapılan PCR testleri için önemli bir problem olan ve yanlış negatif sonuçların önemli bir nedeni olan inhibitör maddelere dikkat çekmek amaçlanmıştır. Makalede ayrıca inhibitör maddelerin olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için geliştirilen çeşitli önlemler ve inhibisyon kontrolünün önemi üzerinde durulmuştur.
Özet Bu çalışmada 10 yıl önce izole edilen C. parapsilosis, C. albicans ve C. tropicalis suşları ile günümüz izolatlarındaki antifungal duyarlılık değişimini karşılaştırmayı amaçladık. Çalışmaya 10 yıldan daha uzun süre önce izole edilmiş 17 stok Candida izolatı ve 47 yeni izolat olmak üzere toplam 64 klinik Candida izolatı dahil edildi. Klinik izolatların dağılımı; C. parapsilosis 25, C. albicans 20, C. tropicalis 9, C. glabrata 6, C. krusei 3 ve C. lusitaniae 1 izolat şeklinde idi. Çalışma izolatları flukonazol ve vorikonazol için ve ayrıca dirençli suşların tedavisinde önemli bir seçenek olan kaspofungin için disk difüzyon yöntemi ile test edildi. Sonuçlar CLSI M60 ve ayrıca CLSI M44-A2 kriterlerine göre değerlendirildi. Çalışma grubu 39 erkek, 21 kadın ve 4 çocuktan oluşurken, yaş ortalaması 55.4 (±21.2) idi. C. parapsilosis için uzun dönem stoklanmış izolatlarda flukonazol direnci saptanmazken, yeni izolatların %14.3'ünün (2/14) doza bağımlı duyarlı olduğu ve %35.7'sinin (5/14) flukonazole dirençli olduğu saptandı. C. parapsilosis için direnç oranındaki artış (0/11'den 5/14'e; p = 0.03768)ve antifungal duyarlılık zon çaplarının ortalamasındaki düşüş (30.1 mm'den 16.9 mm'ye; p<0.0001) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde idi. C. parapsilosis için vorikonazol duyarlılık zon çaplarının ortalamasındaki düşüş (33.5 mm'den 21.4 mm'ye; p <0.0001) de anlamlı düzeyde idi. Yeni izolatlarda C. albicans ve C. tropicalis için de zon çapı ortalamaları düşüş gösterirken bu düşüşler istatistiksel olarak anlamlı düzeylerde değildi. Kaspofungin zon çaplarında ise bu üç tür için bir düşüş izlenmedi. Sonuç olarak, C. albicans ve C. tropicalis izolatlarından farklı olarak C. parapsilosis için flukonazol duyarlılığında ve flukonazol ve vorikonazol duyarlılık zon çapı ortalamalarında anlamlı derecede düşüş olduğu bulundu.
ÖzetMessenger RNA (mRNA) teknolojisi hem genetik hastalıkların ve kanserlerin tedavisinde (terapötik kanser aşıları) hem de enfeksiyöz hastalıkların yayılımının önlenmesinde gelecek vaat eden yeni nesil bir yaklaşımı temsil eder. mRNA aşı sistemlerinin temel mantığı istenilen bir proteinin viral bir enfeksiyonu taklit ederek vücutta üretilmesini sağlamak ve onun işlevlerinden yararlanmaktır. DNA temelli sistemlerden ve viral vektörlerden farklı olarak üretilmek istenilen proteine ait genetik kodu taşıyan mRNA molekülleri ikinci bir aracı genetik sistem olmaksızın hücrelere doğrudan iletilir ve protein üretimi için gönderilen mesajın sitoplazmaya ulaşması yeterli olduğundan bu moleküller kromozomal yapılara entegre olma riski taşımazlar. mRNA temelli sistemlerin tasarlanmasındaki temel zorluklar bu moleküllerin hücre içi ve hücre dışı enzimlere çok duyarlı olması, stabilizasyon sorunları, doğal immün sistem tarafından tanınarak ortadan kaldırılması gibi sınırlayıcı özelliklerdir. Tüm bu problemlerin üstesinden gelmek ve başarılı mRNA transfeksiyonu elde etmek adına kapak analogları, modifiye nükleotidler, genetik sekans mühendisliği müdahaleleri, taşıyıcı partiküller ve oda sıcaklığına dayanıklı mRNA sistemlerinin geliştirilmesine yönelik alanlarda son 10 yılda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bir diğer önemli nokta ise mRNA sistemlerinin immünojenisitesinin optimize edilmesidir; istenilen adjuvan benzeri etkileri belirli bir derecede korurken, otoimmünite veya aşırı duyarlılık reaksiyonlarına neden olabilecek antijenik uyarılardan kaçınma arasındaki dengeyi sağlamak önemlidir. Bu amaçla özel saflaştırma yöntemlerinin seçimi ve ökaryotik mRNA'lara benzer motiflerin kullanılması gibi yaklaşımlar ve ek adjuvanlarla beraber kullanılan sistemler tasarlanmıştır. Replike olabilen mRNA sistemleri adjuvan özelliği sergileyen çift zincirli RNA (dsRNA) gibi kendi adjuvanlarını üretebilmesi ve daha uzun süreli antijen üretimi ile farklı amaçlara yönelik yeni ve düşük üretim maliyetli tasarım sistemleri olarak denenmektedir. Aynı mRNA molekülü üzerinden birden fazla antijenin veya proteinin hücresel ekspresyonu gibi esnek seçenekler de denenmiştir. Bu makalede mRNA temelli sistemlerin alternatif tasarımlarına değinilmiş ve mRNA aşı teknolojisindeki son gelişmelerin bir özeti sunulmuştur.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
hi@scite.ai
334 Leonard St
Brooklyn, NY 11211
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.