Ölüm, organların iş göremez hale gelmesiyle birlikte biyolojik varlığın son bulması şeklinde tanımlanabilen evrensel bir olgudur. Ölüm kavramı ve çocukların ölümü algılayabilmeleri gelişim düzeylerine ve yaşlarına bağlı olarak farklılıklar göstermektedir. Ölümcül hastalık süreçleri hem çocuk hem de ailesi açısından birtakım zorlukları beraberinde getirmektedir. Bu tür hastalıklarla başa çıkmak zorunda kalan çocuklar her zamankinden çok daha fazla desteğe ve yönlendirilmeye gereksinim duyar. Çocuklarla ve aileleriyle yakın ilişki ve iletişim içinde olan hemşirelerin çocuğun gereksinimlerinin karşılanmasında önemli rol ve sorumlulukları bulunmaktadır. Bu derleme makalede, çocukta ölüm kavramı, ölümcül hastalığı olan çocuk ve ailesine yaklaşım literatür kapsamında ele alınmıştır.
Çocukların en sevdiği programlar olarak bilinen çizgi filmler, fantastik animasyonlardaki karakterler, hayatlarının ilk günlerinden itibaren sürekli olarak deneyimledikleri programlar ve karakterler arasındadır. Çünkü çocukların kurgusal dünyaları vardır ve bu tür içerikler kendilerine cazip gelmektedir. Bu durum onların masal dinlemekten, çizgi film izlemekten ve video oyunları oynamaktan hoşlanmalarına neden olmaktadır. Çocukların çizgi filmleri ve fantastik animasyon karakterlerini takip etme nedenleri hala tartışılsa da yaygın görüş çocukların fantastik durumlar ve gerçek arasında tam bir ayrım yapamamalarından kaynaklandığıdır. Fantastik animasyon karakterlerinin veya kahramanlarının gerçek olduğunu düşünmek çocukların fantastik olaylara olan inancını etkileyerek küçük çocukların gelişimini, davranışlarını ve günlük aktivitelerini etkileyebilir. Ortaya çıkabilecek sorunlar, erken dönemde tespit edilerek gereken önlemler alınmadığında problemlerin yetişkinliğe kadar devam edebileceği belirtilmektedir. Bu araştırmada, çizgi film ve fantastik animasyon karakterlerinin bağımlılık kapsamında analizi ve çocuklar üzerindeki etkilerinin bilişsel, fiziksel, sosyal ve duygusal gelişim kapsamında değerlendirmesi amaçlanmıştır. Konuyla ilgili alanyazında belirtilen verilerin bütünleştirilmesi ve elde edilen bilgiler çerçevesinde birtakım önerilerde bulunulması hedeflenmiştir.
Bu çalışma, çocuklarda ciddi akut solunum sendromu 2 (SARS-CoV-2 veya Covid-19) hakkındaki güncel literatürü sistematik olarak özetlemek ve hemşirelik yaklaşımını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırmaya konu olan kısım ile ilgili olarak, 21 Ocak ve 15 Kasım 2020 tarihleri arasında 156 araştırmaya ulaşılmıştır. İnceleme PubMed, Science Direct ve WHO veri tabanlarında "SARS-CoV-2", "koronavirüs", "Covid-19", "çocuk", "hemşirelik" anahtar ke-limeleri ile gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Covid-19 enfeksiyonu, çocuklarda asemptomatik olabilir ve hastalığın potansiyel taşıyıcıları olabilirler. Burun tıkanıklığı ve burun akıntısı gibi çeşitli üst solunum yolu semptomları görülür. Bazı hastalarda karın ağrısı, bulantı, kusma ve ishal görülür. Pediatrik hastalarda daha çok ateş ve öksürük görülmektedir. Durum ilerledikçe, huzursuzluk veya halsizlik, iştahsızlık, zayıf beslenme ve daha az aktivite gibi sistemik toksik belirtilerle birlikte tipik olarak hastalığın bir haftasından sonra dispne, siyanoz ve diğer belirtiler ortaya çıkabilir. Çocukların durumu hızlı bir şekilde ilerleyebilir ve 1-3 gün içinde geleneksel oksijenle düzeltilemeyen solunum yetmezliğine dönüşebilir. Metabolik asidoz, septik şok, geri döndürülemez kanama ve pıhtılaşma disfonksiyonu bu tür ağır vakalarda meydana gele-bilir. Bununla birlikte, Covid-19 bazı çocuklarda inflamatuar bir reaksiyona neden olabilir. Gastrointestinal semptomların görüldüğü çocuklarda ve anneleri Covid-19 ile enfekte olan yenidoğanlarda hastalığın ilerlemesiyle birlikte ciddi komplikasyonlar oluşabilir. Sonuç: Bu sistematik derleme sonuçları çocuklarda Covid-19 hastalığının genellikle hafif gelişttiğini ve bu enfeksiyonun genellikle toplum kaynaklı edinildiğini göstermiştir. Çocuklarda hastalığın tanısı zordur ve Covid-19'lu çocuklar hakkında sınırlı sayıda veri vardır. Bu hastalık, çocuklarda temel olarak ateş, solunum semptomları ve diğer grip benzeri belirtilere neden olur. Bu yüzden, hastalığın semptom ve belirtileri dikkatle izlenmelidir. Hemşireler çocuklarda hastalığın seyrini, semptomlarını iyi bilmeli ve önlem almalıdır.
Pediatrik palyatif bakım (PPB), birincil amacın yaşam kalitesini optimize etmek olduğu, ilerleyici, ileri ve yaşamı sınırlayıcı bir hastalığı olan bir çocuğa sağlanan, çocuk ve aile merkezli bir bakımdır. PPB, kişisel ve ruhsal gelişimi teşvik ederken, acıyı değerlendirme ve en aza indirgeme amacı olan bütünsel bir disiplinlerarası bakım yaklaşımıdır. Palyatif bakım her zaman çocukların bakımının bir parçası olmuştur. Hastalığın herhangi bir aşamasında acı çekmeyi hafifletmeye, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmaya ve yaşam kalitesini iyileştirmeye odaklanan herhangi bir müdahaleyi içerir. PPB, temel olarak yetişkinlere yönelik palyatif bakımdan farklıdır; çünkü ebeveynleri karar alma sürecine dahil eder ve hizmet kohortlarında temsil edilen çeşitli gelişim aşamalarına özen gösterir. Palyatif bakım, şeffaf, uygun ve orantılı bakımın uygulandığı aktif bir yaklaşımı gerektirir. Bakımın önceden planlaması, durumun hem geriye dönük hem de kronik yönlerinin yönetimini sağlarken, yaşamın sonunda yaklaştığında paralel planlama yapılmasını sağlar. Yüksek kaliteli iletişim ve karar alma, bir pediatrik palyatif bakım programının bakıma katılımını ve başlatılmasının zamanlamasını kabul etmeyi etkileyebilir, yaşamın son aylarında külfetli müdahalelerin sayısını azaltabilir veya bakım hedeflerine ulaşılmasını kolaylaştırabilir. PPB iletişim yaklaşımlarının ve sonuçlarının araştırılması, çocuklar ve aileler için bakım hizmetlerinin kalitesinin artırılmasına yardımcı olabilir. Hemşireler, ailenin bu tür bakım ile bütünleşmesinin anahtar pozisyondadır. Hemşireler ayrıca sağlık ekibi arasındaki iletişimi geliştirmek için kilit oyunculardır. Bu makalede, aile merkezli bakımın bir parçası olarak pediatrik palyatif bakımı ve hemşirelerin oynadığı kritik rolü tartışılacaktır.
Organisms and cells are constantly exposed to various stress factors to which they must adapt. Heat Shock Proteins (HSPs), which are originally identified as stress-sensitive proteins, are involved in many cellular functions such as protein folding, transport, maturation and degradation. Especially HSP70 is known to play an important role on testicles and that its effect increases with aging. Spermatogenesis and steroidogenesis are greatly reduced with aging. In addition, exposure to high temperatures, toxic chemicals and pathogens, or various environmental factors have adverse effects over the male reproductive system. In particular, oxidative stress is one of the main issues associated with male infertility. Various studies have shown that reactive oxygen species (ROS) cause infertility by reducing sperm motility and directly damaging sperm deoxyribonucleic acid (DNA) structure; but its etiology and pathogenesis are not fully understood yet. In this review, the types of HSP were elaborated while the studies regarding the effect mechanism of HSP70 and the role of oxidative stress over male infertility were tried to be summarized.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
hi@scite.ai
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.