Ölüm, yaşamın temel gerçekleri arasındadır. İnsanlar ölümü ve ölüm sürecini başlangıçtan beri merak etmiş, anlamaya ve tanımlamaya çalışmıştır. Yüzyıllar boyunca, ölümü anlama ve tanımlama sürecine çoğunlukla inançlar eşlik etmiştir. Son yüzyıllarda ise hekimler, ölüm tanısını koyacak insan konumuna gelmiştir. Hekimler, tıbbi gelişmelere paralel olarak, ölüm tanımında sayısız değişiklik yapmak zorunda kalmışlardır. Bugün gelinen noktada, ölüm tanısı geçmişe göre çok daha detaylı testlerle saptanmaya çalışılmaktadır. "Beyin ölümü" tanımlaması tıp dünyasında kabul görmekte ve beyin ölümü kriterleri de gelişmeye devam etmektedir [1]. Bu gelişmelerin sonucunda da "ölümün tanımı" konusunda hekimler ve hasta yakınları arasında fikir birliği sağlamak giderek güçleşmektedir. Yakın tarihe kadar, "ölüm durumu" kalbin durması ile ifade edilirken; günümüzde "beyin ölümü" durumunda hastanın kalp atımı olsa bile ölü kabul edilebilmesi, yaşanan değişimi açık olarak göstermektedir [2].Stedman ve Dorland İngilizce tıp sözlüklerinde ölüm kısaca "hayatın durması" olarak tanımlanmıştır [3,4].ÖZET İnsanlar, ölümü ve ölüm sürecini başlangıçtan beri merak etmiş, anlamaya ve tanımlamaya çalışmıştır. Hekimler de, tıptaki gelişmelere paralel olarak ölümün tanımında birçok değişiklik yapmışlardır. Bu değişimlerden, 1959'da yapılan "coma dépassé" tanımı ve 1968 yılında yayınlanan Harvard kriterleri, "beyin ölümü" tanımının yapılmasını sağlamıştır. Kadavradan organ nakilleri de beyin ölümü tanımlamasıyla birlikte daha önemli bir hale gelmiştir. Türkiye'de de, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi "beyin ölümü" tanımı yasal düzenlemelerle uygulanmaktadır. Bu yazıda, "beyin ölümü" tanımının tarihsel olarak gelişimi, ve kadavradan organ nakline etkileri derlenmiştir.