Yeniden bağımsız oldukları 1991’den günümüze değin Baltık ülkelerinin hem dış hem de güvenlik politikalarının esas belirleyicisi Rusya’dan ortak bir şekilde algıladıkları yoğun tehdit olmuştur. Bu nedenle ilgili ülkeler Rus gücünü değil belki ama Rus tehdidini dengeleyebilmek adına Batı’ya yönelmişlerdir. Başta NATO ve AB olmak üzere, tüm bölgesel ve küresel örgütlere üye olmaya çalışan Baltık ülkeleri böylelikle aynı zamanda kapasitelerinin çok üstünde bir dış politika serbestisine de kavuşmuşlardır. Sovyet sonrası dönemde Rus tehdidinin bu denli yoğun bir şekilde hissedilmesinin temel nedeni, Baltık ülkelerin tarihsel kaygılarından ziyade Rusya’nın izlemeye başladığı agresif politikalardır. Yeniden bir büyük güç olmayı arzulayan Rusya, özellikle 1993 sonrası dönemde ‘yakın çevre’ olarak da adlandırılan son derece iddialı ve agresif bir politik anlayışa yönelmişti. Bu yönelimin Baltık ülkeleri açısından en tedirgin edici yönü ise yeni Rus askeri doktrinlerinde yer alan nükleer silahların kullanımına ve Rus diasporasının haklarının korunmasına ilişkin güçlü vurgulardır. 2004’de gerçekleşen NATO ve AB üyeliklerine rağmen, Baltık ülkelerinin bu tehdidi bütünüyle bertaraf edebildiklerini söylemek güçtür.