Kapitalizm, gelir dağılımda adaletsizliğe yol açan bir sistemdir. Çeşitli reformlar yapılsa da gelir dağılımda adalet sağlanamamıştır. Üretimi artırma ve iyileştirme sürecinde tarihsel ilerlemeyi temsil eden kapitalizm sıra bölüşüme geldiğinde işleyiş yasaları gereği aynı başarıyı ve motivasyonu gösterememektedir. Tarihsel süreç içerisinde kapitalizm emek kıtlığı sorunuyla karşı karşıya kalmış, bu sorunu aşma yolundaki girişimleri bu kez eksik tüketim engeline takılmıştır. Kapitalizm, ciddi darboğazlar yaşasa da ekonomik birimlerin sürekli tüketimini uyararak ayakta kalabilmiştir. Bireylerin sürekli tüketime yönelmesi borçlanma kavramının önemini arttırmıştır. Borçlanma, genellikle finansal piyasalar üzerinden gerçekleşir. Bu piyasada fon arz eden ekonomik birimlerden fon talep edenlere doğru parasal akış sağlanır. Böylece fon fazlası olan ekonomik birimler faiz geliri elde ederken fon ihtiyacı olanlar faiz gideri karşılığında tüketimini gerçekleştirebilir. Her gelir grubu için farklı nedenlerle başvurulan borç piyasasında tüketici kredilerinin ikameleri yer alır. Çalışmada kapitalist sistemin işleyişi içinde borçlanma sorunu ele alınacaktır. Daha sonra borç refahını türleri olarak ele alınan tüketici kredileri ikameleri Türkiye verileri ile analiz edilecektir. Böylece neoliberal kapitalizm içerisinde Türkiye’nin konumu geniş perspektiften gözler önüne serilmeye, kredi kanallarıyla elde edilen refahın işçi sınıfının gününü ve geleceğini ipotek altına aldığı gösterilmeye çalışılacaktır.
Sınırsız birikim, büyüme ve tüketim merkezli sistemin olumsuz etkileri hemen her alanda görülmektedir. Bu etkilerin en önemlilerinden biri de doğada gerçekleşen yıkımdır. Çevre, bir taraftan fırtınalar ve seller şeklinde gerçekleşen aşırı yağışlar diğer taraftan aşırı kuraklık tehdidi ile yüz yüzedir. Doğaya yapılan müdahaleler insanlık tarihinin her döneminde var olmakla birlikte bunun en yüksek seviyelere eriştiği dönem kapitalizm ile temsil edilir. Kapitalizmle birlikte Antroposen çağı başlamış, 1945’ten sonra çevresel tahribat en yüksek seviyelere ulaşmıştır. Bu çalışmada öncelikle Antroposen çağı ele alınmıştır. Ardından Antroposen çağının göstergesi olan karbondioksit emisyonu (CO2) ile büyüme, ticari açıklık, küreselleşme, sanayileşme, enerji tüketimi ve yerel malzeme tüketimi arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışmada dünyada en fazla CO2 salınımını gerçekleştiren ilk beş ülkenin (Çin, ABD, Hindistan, Rusya ve Japonya) 1992-2018 yılları arasındaki verileri kullanılmıştır. Yapılan panel veri analizinde ticari açıklık hariç bütün bağımsız değişkenlerin farklı oranlarda CO2’yi arttırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Buradan hareketle CO2 salınımını azaltmaya yönelik politika önerilerinde bulunulmuştur.
Doğal kaynakları ve insan emeğini sermaye birikiminin emrindeki unsurlar olarak gören kapitalist üretim biçimi kendi işleyiş mantığından kaynaklanan krizleri görmezden gelme eğilimindedir. Kesintisiz büyümeyi merkeze alan anaakım iktisat anlayışı doğrutusunda izlenen politikalar yalnız doğal kaynakları tüketmekle yetinmemiş, yaşam alanımız olan yerküreyi de bütünüyle tehdit eder hale gelmiştir. İklim krizi ve çevre kirliliği yarım yüzyıl öncesine dayanan uyarıların bizi getirdiği kritik eşiktir ve sistem tarafından yönetilecek, ötelenecek bir olgu olmaktan çıkmıştır. Bu çalışma kapitalizmin başarı ve refah ölçütleri arasındaki başat konumunu hiç yitirmeyen büyüme anlayışı karşısına yeni bir toplum tasarımı koymaya çalışan büyümeme yaklaşımının insanlığa sunduğu fırsatlar üzerine yoğunlaşmaktadır. Bununla birlikte büyümeme yaklaşımının dünya halkları nezdinde gereken yankıyı yaratmadığı, bir tür uzman ve aktivist duyarlılığı olarak kaldığı gözlemlenmiştir. Büyümeme anlayışının ağırlıklı olarak toplumun piyasa güçleri karşısında kaybettiği mevzileri geri almasına yönelik güçlü vurgu ve mücadele çağrısından ziyade “hayatta kalma” odaklı bir çerçeveye sıkıştığı ileri sürülebilir. Büyümeme hareketi ancak “yeni bir yaşam ve toplum nasıl olmalı” sorusuna etkili yanıtlar vereceği bir yeniden düşünme sürecinin ardından bir umudu, gerçek bir çağrıyı temsil edebilir.
Çin devleti 21’inci yüzyıl ile birlikte dünyada küresel düzeyde yatırım projeleri üreten bir ülke seviyesine gelmiştir. Küresel projelerin başarılı olması için proje paydaşlarının projeye ve sürece ikna olması oldukça önemlidir. Uluslararası ilişkiler literatüründe projenin başat aktörüne duyulan cazibe yumuşak güç kavramıyla açıklanmaktadır. Bu bağlamda Çin’in yumuşak gücü, literatürde üzerinde durulan konulardan biridir. Yumuşak gücün araçları oldukça çeşitlidir. Sağlık diplomasisi bunlardan sadece biridir. Çalışmada Çin’in sağlık diplomasisini kullanarak kendi yumuşak gücüne yaptığı katkılar irdelenmiştir. Covid19 pandemisi Çin devletine sağlık diplomasisini sergilemek, diğer devletlere karşı sorumluluğunu göstermek ve yumuşak gücünü artırmak adına fırsatlar sunmuştur. Bu nedenle çalışmada özellikle pandemi sürecinde Çin’in faaliyetleri incelenmiştir. İnceleme sonucunda Çin’in pandemi döneminde diğer devletlere en çok yardım eden ülke olduğu tespit edilmiştir. Faaliyetlerin Çin’in yumuşak gücüne katkısı ise diğer devletlerin Çin sağlık diplomasisine bakış açısıyla anlaşılmaya çalışılmıştır. Diğer ülke siyasilerinin Çin sağlık diplomasisine dair söylemlerinin araştırıldığı çalışmada Çin yumuşak gücünün Covid19 döneminde arttığı sonucuna varılmıştır.
Batılı devletler Coğrafi Keşifler ile başlayan süreçte kendi dışındaki toplumları kontrol etme uğraşısı içinde olmuştur. Batı devletlerinin bu doğrultudaki çabaları el koyarak birikimden emperyalizme varan bir çeşitlilik sergilemiştir. II. Dünya Savaşı'nın bitmesi ile ABD ve Sovyetler Birliği iki büyük güç olarak öne çıkarak kendi stratejik çıkar ve ideolojileri doğrultusunda uluslararası politikayı şekillendirmişlerdir. ABD, Batı Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesine müdahale ederken Sovyetler Birliği de Doğu Avrupa ve Orta Asya devletlerini yeniden yapılandırmıştır. Böylece iki karşıt gücün öncülüğünde iki bloklu bir dünya düzeni oluşmuştur. 1990'lara gelindiğinde ise uluslararası sistem Sovyetler Birliği'nin dağılması ile iki kutupludan tek kutuplu hale dönüşmüştür. Eski Sovyet coğrafyasında ortaya çıkan boşluğu doldurmaya yönelik bazı girişimler ortaya çıkmıştır. Bu oluşumlardan birisi de 2014'te kurulan Avrasya Ekonomik Birliği'dir (AEB). Küreselleşme uluslararası ticarette rekabeti arttırırken gelişmekte olan ülkeler bölgesel entegrasyon girişimlerinde daha fazla yer almıştır. Bu çalışma AEB'nin doğuşu ve amaçları üzerine yoğunlaşırken üye ülkelerin ekonomik potansiyelive Birliğin geleceğine de projeksiyon tutmaktadır. Çalışma, AEB'nin üye devletlerin ekonomik kalkınma ve kültürel farklılıkları sebebiyle yakın gelecekte güçlü bir örgüt olmasının beklenmediği ancak gelecekte yeni iktisadi işbirliği alanları yaratabileceğini savlamaktadır.
In recent years, China has been following a strategy of expanding its sphere of influence without threatening the established international order. The Chinese state is leading the formation of parallel international institutions. Through these institutions, China is trying to provide the external resources needed by the countries in its hinterland during the development process. This study aims to analyze the China-Pakistan Economic Corridor, China's most ambitious subcontinental initiative in this field. The advantages and challenges of this initiative, which extends to a wide range from port expansion to agricultural reform, are addressed from an international political economy perspective. ÖzetÇin son yıllarda kurulu uluslararası düzeni tehdit etmeden etki alanını genişletme stratejisi izlemektedir. Çin devleti, paralel uluslararası kurumların oluşumuna öncülük etmektedir. Çin, bu kurumlar aracılığıyla hinterlandındaki ülkelerin kalkınma sürecinde ihtiyaç duyduğu dış kaynakları temin etmeye çalışmaktadır. Bu çalışma, Çin'in bu alandaki en iddialı alt kıtasal girişimi olan "Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru"nu analiz etmeyi amaçlamaktadır.Liman genişletmeden tarımsal reforma kadar geniş bir yelpazeye yayılan girişimin taraflara sağlayacağı avantajlar ve karşılaştığı güçlükler uluslararası politik ekonomi perspektifinden ele alınmaktadır.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
hi@scite.ai
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.