Objective: Gastroenteritis is the third common cause of death due to infections. After rotavirus, adenoviruses are also one of the reasons frequently seen in gastroenteritis in infants and children. This study is performed to determine the incidence of enteric virus serotype 40 and 41 in children with acute gastroenteritis in order to enable prompt and appropriate treatment. MaterialsandMethods:Stool specimens of patients who attended our clinic with a diagnosis of acute gastroenteritis between January 2013 and December 2013 were examined for the presence of enteric adenovirus (Ad40 and Ad41) antigen using immunochromatographic methods. Results: One hundred and two stool samples from 3206 were positive for adenovirus antigens. Adenovirus antigen positive-patients aged 0-5 years constituted 82.3% of patients. Adenovirus infections were observed in all seasons of the year. Conclusion: In our country, the epidemiology of adenovirus infection is not known very well. According to the data we obtained from the results of this study, we assume that idntifying viral agent in patients with diarrhea in an accurate, prompt and reliable way can prevent unnecessary antibiotic use and can contribute seroepidemiologic data in childhood gastroenteritis in our region. Amaç:Gastroenteritler enfeksiyonlara bağlı ölümler arasında ilk üç sırada yer almaktadır. Bebekler ve çocuklardaki gastroenteritlerin rotavirüslerden sonra diğer sık görülen nedenlerinden biri de adenovirüslerdir. Bu çalışma, akut gastroenterit nedeniyle başvuran çocuk hastalarda enterik adenovirüs serotip 40 ve 41 insidansını inceleyerek uygun tedaviye kısa sürede başlanabilmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2013-Aralık 2013 tarihleri arasında, akut gastroenterit tanısıyla başvuran 0-14 yaş grubu hastaların dışkı örneğinde enterik adenovirüs (Ad40 ve Ad41) antijen varlığı immünokromatografik yöntem kullanılarak araştırıldı. Bulgular: Üç bin ikiyüzaltı dışkı örneğinden 102'sinde (%3,2) adenovirüs antijenleri saptandı. Sıfır-beş yaş arası grup olguların %82,3'ünü oluşturmaktaydı. Adenovirüs enfeksiyonu yılın her mevsiminde görülmüştür. Sonuç: Ülkemizde adenovirüs enfeksiyonu seroepidemiyolojisi çok iyi bilinmemektedir. Yaptığımız bu çalışma sonucu elde ettiğimiz verileri değerlendirdiğimizde ishal şikayeti ile
Öz Purpose: General anesthesia applications in dentistry are becoming increasingly widespread. Risks related to anesthesia should be seriously questioned in the patient group under dental treatment planning under general anesthesia. We aimed to evaluate the clinical and demographic data of patients who were operated with general anesthesia and sedation during our study in our hospital, and discussed in the light of the literature. Materials and Methods: A retrospective study of 3380 cases treated between April 2014 and April 2016 was reviewed. Demographic data obtained from patient files, ASA Scores, length of hospital stay,type of anesthesia, duration of anesthesia,complications occurring, anesthetic agents and analgesics used, patients with syndrome and the desired consultations were evaluated Results: Of the 3380 cases, 55% were female, 45% were male and the mean age was 11.23 ± 12.09. The distribution according to ASA scores was 84.4% ASA I, 15.2% ASA II, 0.4% ASA III. In 3085 patients the procedure was performed by outpatient surgery procedure, while 276 patients were treated inpatient. The consultations requested from the patients were mostly from the pediatric and neurology clinics. The most common postoperative complication was bradycardia, and the least complication was difficult intubation. The most common causes of comorbidities were mental retardation, congenital heart disease, and epilepsy. Conclusion: The method of anesthesia is also important especially in the pediatric age group due to the frequency of genetic syndromes, mental retardation, concomitant cardiac and respiratory problems. Precautions should be taken to avoid mortality and morbidity due to anesthesia. Vital risks should be avoided.
Rubella ve CMV enfeksiyonları fetal hasar yapma potansiyeli olması nedeniyle gebelik esnasında önemli risk faktörleridir. Bu enfeksiyonlar için antenatal riskin belirlenmesi konjenital sendromunun önlenmesi için çok önemlidir. Bu çalışmanın amacı, gebe kadınlarda retrospektif olarak rubella virüs ve CMV seroprevalansını belirlemektir YÖNTEMLER: Ocak 2013-Aralık 2013 yılları arasında gebe kadınlardan alınan serum örnek sonuçları retrospektif incelendi. Serolojik testler otomatize makro ELİSA (siemens ımmulıte 2000 xpi ımmunoassay system) yöntemi kullanılarak yapıldı. İstatistiksel değerlendirmeler için SPSS 18 istatistik paket programı kullanıldı. BULGULAR: Toplam1829 serum örneğinin 91'inde (%4.9) Rubella IgM pozitifliği saptanırken, Rubella IgG için test edilen 805 serum örneğinde 785 (%97.5) seropozitiflik belirlendi. Sitomegelovirus açısından değerlendirildiğinde İse; 1324 serum örneğinin 10 unda ( %0.7) Sitomegalovirus IgM pozitifliği saptanırken, Sitomegalovirus IgG için test edilen 532 serum örneğinin 497 sinde (%93.4) seropozitiflik saptandı. Olguların yaş grupları incelendiğinde her iki grupta da seropozitiflik en fazla 20-25 yaş grubunda olduğu görüldü. SONUÇ: Gebelik esnasında görülen primer CMV ve Rubella infeksiyonları ciddi fetal anomalilere yol açabilir. Anne adayları, bu enfeksiyonların bulaş yolları, korunma ve kontrolü konusunda eğitilmelidir. Antenatal risk gruplarının saptanması konjenital sendromların önlenmesinde önemli bir adımdır. Bu yüzden öncelikle o bölgeye ait seropozitiflik oranlarının bilinmesi çok önemlidir.
Amaç: Kanla bulaşan patojenlere maruz kalmak sağlık çalışanlarının karşılaştığı en ciddi mesleki risktir. Bu çalışma, genel anestezi altında dental cerrahi yapılan hastaların HBsAg, Anti-HCV ve Anti-HIV preoperatif seroprevalanslarını değerlendirmek ve sağlık çalışanlarının kan kaynaklı hastalıklara karşı farkındalığını artırmak amacıyla yapılmıştır. Materyal-Method: Ekim 2016 ve Şubat 2018 tarihleri arasında elektif dental cerrahi girişimler için başvuran 2440 hastanın kan örneği sonuçları hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), HCV antikoru (Anti-HCV) ve HIV antikoru (Anti-HIV) seroprevalansı yönünden geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşının 13,23±11,02 olduğu görüldü. Hastaların %54,3'ü erkek, %45,7'si ise kadındı. Preoperatif hastalarda HBsAg ve Anti-HCV seroprevalansı; sırasıyla %0,25 ve %0,17 bulunmuştur. HBsAg ve Anti-HCV'nin pozitiflik oranları literatürden elde edilen verilerden daha düşük olarak bulundu. Hastalarda anti-HIV pozitifliği tespit edilmedi. Sonuç: Hepatit-B, Hepatit-C ve HIV enfekte vücut sıvıları ile bulaşabilen virüslerdir. Preoperatif hastalarda enfeksiyon sıklığını bilmek hastalıktan korumak için önemlidir. Hastalığın erken teşhisi, hastayı gelecekteki komplikasyonlardan koruyacağından aşılama ve tedavi için önemli avantajlar sağlayacaktır. Ayrıca müdahaleden önce hastaların HBsAg, Anti-HCV ve Anti-HIV pozitifliğinin bilinmesi; doktorlar ve diğer sağlık çalışanlarının hastalık bulaşmasına karşı önleyici tedbirler almalarını sağlayacaktır. Tüm sağlık çalışanları, meslek hastalıkları konusunda eğitilmeli ve Hepatit B'ye karşı aşılanmalıdır. Ayrıca tüm hastalar potansiyel taşıyıcı olarak kabul edilerek, genel önlemler alınmalı ve bu önlemler özellikle ameliyathanede sıkı bir şekilde uygulanmalıdır.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
hi@scite.ai
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.