Bu çalışmada asgarî ücret, önce Türkiye'de yürürlükteki şekliyle, ardından da İslam hukukundaki zemini ve farklı boyutları ile ele alınmıştır. Pozitif hukuktaki biçimiyle asgari ücretin tanımı, hukuksal zemini, asgari ücret tespitinde belirleyici ölçütler, asgari ücretin uygulanması ve asgari ücret tespitinde gözetilen temel amaçlar sunulmuştur. Çalışmanın devamında, İslam hukuku perspektifiyle, temel ihtiyaçların asgari standartları, nafaka mükellefiyeti, devletin ücret piyasasına müdahalesi, sosyal ve ekonomik şartların ücret tespitindeki rolü ve işçinin korunması meseleleri ele alınmış; ulaşılan sonuçlar ifade edilerek çalışma tamamlanmıştır.
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. / This article has been reviewed by at least two referees and scanned via a plagiarism software. http://dergipark.gov.tr/omuifd
Bu makalede öncelikle, tabiî hukuk akımı bağlamında ortaya konan, devlet tarafından vazedilen hukukun ötesinde ulaşılmak istenen hukukun var olduğu, bütün pozitif hukuk sistemlerine nazaran daha mükemmel ve daha yüksek bir hukuk olması sebebiyle bütün insanlar ve milletler için genel geçer kabul edildiği, geçerliliğini kendi cevherinde bulan birtakım yüksek kuralların toplamından oluştuğu, pozitif hukuk için tükenmez bir kaynak ve kontrol mekanizması olduğu, tabiî hukuk anlayışının, hukuk sahasındaki ilerlemelerin öncüsü olduğu şeklindeki temel düşünceler verilmiştir. Sonrasında Heraklit’ten başlamak üzere ahlâk, adalet ve erdeme dair yaklaşımlarıyla tabiî hukukun ilk savunucularından biri olan Sokrat, idari emirlerin ilahî emirleri aşacak kuvvette olmadığını belirten Sofokles, duyular dünyası ve ideler dünyası ayrımını hukuka aktararak tabiî hukuku savunan Eflatun, tabiî hukuku pozitif hukukun yorumlanmasında bir rehber olarak gören Aristo, tabiî hukukun bütün insanları kapsadığını, hukukun insan iradesinden değil insan ve eşyanın doğasından kaynaklandığını söyleyen Cicero, tabiî hukukun ilk temel ilkesinin ahde vefa olduğunu söyleyen Grotius, tabiî hukuk düşüncesinde tanrıya daha fazla yer vermiş olan Pufendorf ile on sekiz ve on dokuzuncu asır tabiî hukuk düşünürleri ele alınarak tabiî hukukun tarihi seyri aktarılmıştır. Bunun ardından tabiî hukuk yaklaşımında savunulan temel düşünceler İslam hukuku perspektifiyle beş başlık halinde analiz edilmiştir. Birinci başlıkta insan tabiatı (doğası), eşyanın tabiatı, ilahi irade ve insan aklı şeklindeki farklı yaklaşımlar ekseninde, içtihat faaliyetini insan ruhuna odaklama ve insan ruhundaki adalet idesini arayış olarak nitelendirmenin fıkıh usulünün özüne ilişkin muhalif bir tavır takınmak anlamına geldiği, aklın hukukun mutlak delili olmadığı, aklın faaliyetinin müstakil olarak hüküm koymak şeklinde değil nasslarda mündemiç manaları keşif ve izhar şeklinde olduğu, hukukun kaynağının ilahî akılla değil ilahî irade ile izah edileceği vurgulanarak hukukun kaynağı konusu ele alınmıştır. İkinci başlıkta bir hükümde ümmetin icmâsı söz konusu ise o hükmün ideal olduğu, o hususta daha ideal olanın arayışına girilmeyeceği, hiçbir içtihadî hükmün, İslam’ın mutlak, tartışmasız hükmü olarak kabul edilmediği belirtilerek olan hukuk-olması gereken hukuk ayrımı konu edinilmiştir. Üçüncü başlıkta hüsün-kubuh meselesinin ulemanın kadim ihtilaf alanlarından biri olduğu, aklın hasen olanı bilmesi ve bu hususta bağlayıcı bilgi üretmesinin, aklı müstakil hukuk kaynağı olarak nitelendirmeyi mümkün kılacağı, İslam hukukunda Eş’arî yaklaşım bakımından tabiî hukukta savunulan haliyle, geçerliliğini kendi cevherinde bulan bir hukuk kuralından söz etmenin mümkün olmayacağı, Maturîdi yaklaşım bakımından “geçerliliğini kendi cevherinde bulan” hukuk kurallarından değil, “geçerliliği kendi cevheriyle teyit edilen” hukuk kurallarından söz edilebileceği, iyi ve kötünün fiil ve eşyada öz olarak var olduğunu, aklın iyi ve kötüyü bileceğini ve bunun bağlayıcı bilgi olduğunu söyleyen Mutezile’nin yaklaşımıyla tabiî hukukta savunulan yaklaşımın örtüştüğü, Sünni teoloji ve İslam hukuku bakımından ilahî iradenin herhangi bir ilke veya kuralla sınırlandırılmasının mümkün olmadığı ifade edilerek geçerliliğini kendi cevherinde bulan yüksek hukuk kuralları değerlendirilmiştir. Dördüncü başlıkta gerek kuralların oluşturulması gerekse uygulanması sürecinde etkili bir kısım faktörlerin adaletle hukuk arasında kaçınılmaz farklılaşma alanları oluşturduğu, teorik düzlemde içtihatlardan birini diğerine üstün görmek mümkün olamadığı gibi bu içtihatlardan herhangi biriyle elde edilen adalet düzeyini diğeriyle elde edilenden daha ileride görmenin de mümkün olmadığı, bütün hukukîlik ölçütlerinin ilahî iradeye, dolayısıyla da Kitâb’a ve sünnete uygunluk ölçütüne tâbî olduğu, İlahî iradenin üstünde, onu denetleyen, sınırlayan bir adalet ölçütünden söz edilemeyeceği vurgulanarak hukuk-adalet ilişkisi üzerinde durulmuştur. Beşinci başlıkta ise İslam hukuku açısından içtihat anlayışı ve serbestisinin ilerlemenin öncüsü olduğu belirtilerek tabiî hukukun hukukî değer ölçütü ve ilerlemenin öncüsü olarak görülmesi tahlil edilmiştir. Ulaşılan sonuçların sunumuyla makale tamamlanmıştır.
Bu makalede parça-bütün ilişkisi, bütünlüğün korunması esası ekseninde, öncelikle teorik düzlemde ilkesel, yöntemsel ve işlevsel olarak ele alınmıştır. İlkesel düzlemde örnek sadedinde “hükmün Allah’a ait olması” “tutarlılık” ve “kolaylık” ilkeleri bağlamında hukuk ilkelerinin tamamının bütün olarak hukuksal süreçlere dâhil edilmesi gerektiği; yöntemsel düzlemde lafzî, tarihî ve gâî yorum yöntemlerinden biri ön plana çıkarılmadan her birinin hukuksal metinlerle somut olaylar arasındaki bağ kurma işlemine dâhil edilmesi gerektiği; işlevsel düzlemde hukukun düzen oluşturma, sosyal ihtiyaçları karşılama ve adaleti tesis etme işlevlerinden her birinin dengeli bir şekilde bir arada bulundurulması gerektiği vurgulanmıştır. Daha sonra pratikte bütünlüğün korunması bağlamında ulemanın parça-bütün ilişkisine bakış açısı ile yarıdan fazla, yarım ve yarıdan azın bütünün yerine ikamesi üzerinde durulmuş, elde edilen sonuçlar verilerek çalışma tamamlanmıştır.
Bu makalede Amerikan ve İskandinav hukuki realizminde görülen temel iddia ve yaklaşımlar sunularak İslam hukuku ile mukayese edilmiştir. Belirsizliğin esas alınması, hukukî realizmin özünü oluşturmakta olup; İslam hukuku bakımından hukuki realizmde görülen biçimde belirsizlik yaklaşımına imkan yoktur. İcma edilen hususlar, belirginleşmiş, sabiteye dönüşmüştür. İçtihadi meselelerde ise belirsizlik değil, farklı belirginleşme görünümleri söz konusudur. Realistlerin kök ve kaynak anlayışını reddetmelerine karşılık İslam hukuku Kitâb ve sünnet kaynaklığında belli kökten oluşan ve gelişen bir hukuk sistemidir. Realistlerin reddetmelerine karşılık, İslam hukukunda ahlak ve değerlerin merkezi bir yeri ve önemi vardır. Realistler adaleti hukuka bağlı ve hukukun yönlendirmesine tâbî olarak tanımlarken; İslam hukukçuları karşılıklı bağlılık yaklaşımını esas almışlardır. Realistler süreç içerisinde oluşan bütün hukuk kurallarını reddederlerken; İslam hukukçuları, hukuk kurallarını sistematize etmiş, bu kapsamda eserler telif etmişlerdir. Realistlerin hukukun hakimin kararıyla belirginleşip varlık bulacağı yönündeki yaklaşımlarına karşılık İslam hukukçuları, naslarla belirginleşenin yanında içtihatla varlık kazanan hukukun sistemini beyan etmişlerdir. Kök ve kaynak anlayışının reddine bağlı olarak realizmde görülen sınırsız plüralizmin aksine İslam hukukunda kaynak anlayışı çerçevesinde örfle anlamını bulan sınırlı çoğulculuk söz konusu olmuştur. Makalede bu hususlar tahlil edildikten sonra, elde edilen sonuçların sunumuyla çalışma tamamlanmıştır.
Tarihi süreç içerisinde diplomasi, devletler hukukunun önemli konularından biri olmuştur. Diplomatik süreçlerde, son asırda ön plana çıkan diplomasi türlerinden biri olan insan hakları diplomasisi (İHD), insan haklarını koruma ekseninde devam ettirilen diplomatik süreçleri ifade etmektedir. Bu çalışmada insan hakları diplomasisinin gelişmiş devletler tarafından menfaatlerini koruma ekseninde işletilmesi, konuya dair İslamî teorik ve pratik çerçeve ele alınmaktadır. Öncelikle insan hakları diplomasisinin batılı pratiği verilmekte, ardından insan hakları tasavvuru, uluslararası ilişkilerin temel niteliği, mülkilik-şahsilik prensipleri ve İslamî diplomasinin amaçları bağlamında İslam devletler hukuku açısından İnsan hakları diplomasisinin imkanı tahlil edilmekte; tahkim, eman ve vakıf kavramları bağlamında insan haklarına ilişkin tarihi süreçte tezahür eden İslamî pratik ifade edilerek, batılı devletlerin sonra asırlarda ortaya koydukları tatbikatın ahlakilik prensibi ekseninde analizi ile çalışma sonlandırılmaktadır.
In this article, the principle of deconcentration has been analyzed by different aspects. Firstly, the principle of deconcentration has been described by its current form in Turkey, then the topic has been discussed by Islamic perspective. With this approach, transfering some duties of central administration to individuals or institutions, reducing the administrative density in central administration, ensuring integrity in the administration, governing the provinces in hierarchy, the systems of governor, the duties and powers of the governors, to meet local needs, provincial expenditures and revenues have been analyzed. The article has been ended up with expressing the results.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
hi@scite.ai
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.