Sözlü ve yazılı geleneğin önemli türlerinden olan ağıdın kelime manası "ağlama"dır. Eski Türklerde sagu, divan şiirinde mersiye, dinî tasavvufî şiirde maktel olarak geçmektedir. Ağıdın Türklerde çok eski bir geleneği vardır. "Orhun Kitabeleri'nde yuğ ve sığıt olarak adlandırılan bu türe, Dîvânu Lugâti't-Türk'teki Alp Er Tunga sagusu ilk örnek sayılabilir" (Şenel, 1988). Şiir söyleme, üzüntülerini ifade etme, güzel söz söyleme insanlıkla beraber olagelmiştir. "Ölenin arkasından yas töreni yapmak, şiirler terennüm etmek eski çağdan itibaren, hemen hemen bütün toplumlarda rastlanılan hususlardır. Türklerde de ağıt söyleme geleneği, ilk çağlardan beri var olan ve tarihin çeşitli devirlerinde, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan bir gelenektir" (Kaya, 2010). Ağıtlar, anonim ürünler olmakla beraber bazılarının sahipleri bellidir. Edebiyatımızda halk şairlerine ait ağıt türünden eserlerin ilk örneklerine XIV. yüzyılda rastlamaktayız (Kaya, 2014). Günümüzde ölüleri anma törenleri, eski devirlerde ölülere aş verme töreni olarak karşımıza çıkmaktadır. Ölüm sonrası tutulan yas geleneği, Anadolu ve Orta Asya'daki Türk devletlerinde hâlâ ölen kişinin meziyetlerinin bağırma derecesinde yakılan ağıtlar ile devam ettiği görülür (Şahbaz & Taşkıran, 2022). Eski Türklerde ölüm karşısında duyulan acıyı büyük bir teessürle dışa vurma