Yeni Türk devletinin ideallerinden biri, halkın yönetime katılması, kendi yararına davranabilmesiydi. Gerçekleştirilecek kültür devrimi sayesinde halkın ulaşacağı kültürel ve entelektüel düzey ile bu ideale ulaşılabilirdi. Halkın devletle ve aydınlarla yakınlaşması, dilde yapılacak devrimle mümkündü. Bu ihtiyaç, Osmanlı Devleti'nin son yüzyılında açıkça görülmüştü. Ancak bu gereksinimi gideren hareket, milli uyanışın gerçekleşmesiydi. Dil devriminin özünde halka doğru gitmek, onun kolayca okuyup yazmasını kolaylaştırmaktı. Bunun için yalnız yazıda Latin kökenli yeni Türk alfabesinin kabulü yeterli değildi. Hukukta olduğu gibi halkın hayatının içindeki her noktada dilin kullanabilir ve anlaşılabilir olması gerekliydi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele'nin başından itibaren olduğu gibi halk için halkla beraber hareket etmiş; dil konusunda bu tutumunu sürdürmüştü. Kanun önünde olduğu gibi eşit, ayrımsız, ayrıcalıksız bir toplum için, hayat içinde fırsat eşitliğinin korunmasında toplum fertlerinin her birinin diğerinin yazdıklarını kolayca okuyup anlayabilmeleri Türk kültür devriminin bir gereğiydi. Bu yaklaşım bağlamında dil devriminin halkçı bir tarafının olduğunu söylemek mümkündür.